DÜNYA EDEBİYATINDA ATTİLA DESTANI

Attila Destanı Batı Hun İmparatorluğu’nun hükümdarı, ismi dünyaca meşhur ordu komutanı, Kıpçak bozkırlarının evladı İdil (Attila) Bahadır’ın Avrupa’ya yaptığı seferleri tarihi bilgiler ile efsane ve hikâyeler temelin­de anlatan bir destandır. İdil Bahadır’ın ismi o dönemde Latincede, daha açık bir ifadeyle, Roma İmparatorluğu’nun devlet dilinde Attila olarak ya­zılmıştır. Yine de onu her ülkede farklı adlandırırlar. Mesela, Attila’yı Al­manların eski kahramanlık destanlarında “Etzel” ise, İspanyolcada Attila, İskandinavya halklarının dilinde “Atli”, Çincede “Etil”, Kazak destanla­rında ise “Edil” olarak adlandırılır.

Attila (M.S. 400 – 454) isminin kökeninin İdil (Volga) nehrinin adıy­la ilişkili olduğu şüphesizdir. Eski Türkçenin başlangıçlarından biri sayı­lan Hun Türkçesinde İdil nehri her dönemde Atel, İtil veya Edil gibi farklı adlandırıldığı bilinmektedir.

Batı Hun İmparatorluğu’nun ünlü hükümdarı Rua 434’te öldü. Ülke yö­netimi amca çocukları olan Bleda ve Attila’ya geçti. Rua’nın Muncuk ve Aktar isimli iki kardeşi vardı. Attila Muncuk’un oğlu, Bleda ise Aktar’ın oğlu idi. Hun İmparatorluğu’nu belli bir süre çift hükümdar (Attila ve Ble­da) yönetti. Daha sonra tahta Attila geçti.

Bu sırada Batı Hun İmparatorluğu’nun başkenti Pannonia (Macaristan) topraklarındaki Etzelburg, yani Attilaburg (Edil Şehri) şehrine taşınmış idi.

Attila destanının temel konusu olan İdil Bahadır’ın şahsiyeti ve askeri seferlerinden biraz bahsetmek yerinde olur. Attila’yı gören ve onunla gö­rüşen Bizans tarihçisi Priskos’un yazılarında şu satırları okuyoruz: “Onun yüzünü görenler, hakiki Asyalı olduğunu hemen anlar. Başı büyük, orta boylu, tıknaz vücutludır. Gözleri kısık, fakat baktığı yeri delecekmiş gibi keskin, yürüyüşü çok çevik ve konuştuğunda sesi gümüş gibi çınlayarak çok sempatik geliyor” (86, 57).

Attila Roma şehrinde eğitim aldı. Dünyanın en ünlü bilginlerinden dersler aldı. Hunlar karargâhında ise askerlik sanatını öğrendi. Savaşlara çok genç yaştan itibaren katıldı.

Attila 425’te çok genç yaşta Batı Roma İmparatorluğu’nun ordu ko­mutanı Aetius’a yardım ederek bazı Cermen kavimlerini ağır mağlubi­yete uğrattı. Buna rağmen Roma Kralı Hunlar ile yapılmış olan barış anlaşmasını zaman zaman bozarak Hunların huzurunu kaçırmaktan ge­ri durmuyordu. Bundan dolayı Attila 447’de Çanakkale Boğazı civarın­daki Khersones şehrine yakın bir yerde Roma askerini darmağadın etti. Ancak bundan sonra Romalılar Hunların tüm taleplerini eksiksiz yerine getirdiler.

Attila’nın 437’de kısa bir zaman içinde Burgund Krallığı’nın çok iyi si­lahlanmış ordusunu ağır bir yenilgiye uğratarak Hunların savaş sanatında oldukça yüksek bir seviyede olduklarını gösterdi.

Batı Roma İmparatoru Valentinius çeşitli Cermen ve Vizigot kabile­leri ile gizli anlaşmalar yaparak Attila’ya karşı savaşa hazırlanmaya baş­ladı. Bunu haber alan Attila 500 bin kişilik ordusu ile sefere çıktı. Ren Nehri’nden geçti, Galya ve birçok şehrini kendine tabi kıldı. Yol üzerin­deki Schaln-Marle, Truva, Sans şehirlerine Attila uğramadı bile. Bu kale devletleri birbirinin ardından Attila’ya elçiler göndererek kendiliklerinden bağlılıklarını bildirdiler.

Attila kendi aralarında devamlı çekişme halinde olan kavimle­ri birbiriyle barıştırdı ve Avrupa’da huzurlu bir dönem başladı. Roma İmparatorluğu’ndaki köleliği kaldırdı ve binlerce insanı kölelikten azat etti. Kendi halkına zülmeden yöneticilere ağır cezalar verdi. Bu yüzden Attila’ya halk “Allah’ın Kamçısı” lakabını verdi.

Attila destanının bize sadece konu akışı ile bazı fragmanları ulaştı. Açık­ça ifade etmek gerekirse, Attila destanının konusu temelinde Orta Çağda tekrar yazılmış iki şiir korunmuştur. Biri, halen Alman ve İskandinavya halklarının kahramanlık destanı olarak kabul edilen Niebelungen destanı ve ikincisi Güçlü Elli Waltharius olarak adlandırılan Almanca destanıdır. Bu destanları okuduğumuzda, ikisini de Kıpçakların yazdığına şüphe ge­tirmezsiniz. Çünkü, burada yazarlar Kıpçakların örf adet, hayat tarzları, iç dünyaları ve psikolojilerini ayrıntılarıyla bilerek yazmışlardır.

Bu konuda Murad Adji şunları yazmaktadır: “Niebelungen ve Waltha-rius destanları yazarlarının Kıpçak kanı taşıdıklarına şüphe yoktur. Çünkü onların bozkır adetlerini çok ince ayrıntıları iyi bildikleri hissediliyor. İşte bundan dolayı Attila, Avrupa’nın durumu açısından müsaade edilemez ol­sa da, asaletini muhafaza ediyor” (98, 135-136).

Bununla birlikte Attila hakkında yazılan başka da eserlerin var olduğu­nu ifade etmek istiyoruz. Mesela, Attila Destanları ve Attila Sözü isimli iki destanı söyleyebiliriz. Bu destanların durumu öbürlerinden farklıdır. Çün­kü, bunları Kıpçakların yazmadığı ap açık anlaşılıyor. Bu iki destanı da ku­zey Almanya topraklarından çıkmış yazarların yazdığı da şüphe götürme- mektedir. Burada Attila çok zalim bir komutan olarak tasvir edilmektedir. Bu ikisinde de Attila, Avrupa psikolojisine uygun olarak, korkunç zulüm­lerle düşmanlarını öldürmektedir. O bazen düşmanının göğsünü yarıp yü­reğini kesip alıyorsa, bazen de onları yılanlar dolusu çukurlara atar. Acı­masızlık bozkır insanın geleneklerinde olmayan bir olgudur. Hunlar düş­manını hemen öldürür. Bunun için ona kılıç ve hançer yeterli olmaktadır.

Niebelungen destanı 1200 senelerinde yazılmıştır. Bu destan tarihsel açıdan ana fikri olarak Burgund Krallığı’nın yıkılmasını almıştır. Bu des­tanda bir değil, iki konunun bulunduğunu söyleyebiliriz. Birincisi des­tanın yazıldığı tarihte, yani XII. yüzyıldaki feodal ve derebeylik döne­minin Almanya tarihini tasvir etse, ikincisi ise örtülü olarak ifade edilen V. yüzyıldaki Hunların hayatını konu edinmektedir. Burgund Krallığı’nın debdebesi, eğlenceleri ve derebeylik gelenekleri methedilerek anlatılıyor. Saraydaki beylerin içinde gözüpek ve çok merhametli genç Siegfried ve onun güzel sevgilisi Kriemhild büyük bir sempatiyle manzum olarak an­latılır. Ancak onların kaderleri çok acıklıdır. Çünkü, destanda başkalarının mutluluğunu yok etmeye çalışan Günther, Brunhild ve Hagen gibi art ni­yetli zalim kişiler vardır. Destanda birbirlerini seven iki gencin acıklı ölü­mü tüm Almanya tarihinin trajedisi olarak tasvir edilir. Kızın ağabeyleri Hagen ile Günther gizlice anlaşarak Siegfried’i öldürürler. Kriemhild dul kalır ve on üç yıl boyunca yas tutar. Ağabeyleri onu Hunların Hükümdarı Etzel’e (Attila) vermek isterler. Kız başlangıçta kabul etmek istemez. So­nunda onu zoraki uzaktaki ülkeye, yani Hunlar’a baş göz ederler. Aradan on üç yıl geçtikten sonra Attila’nın hanımı Kriemhild kendi ağabeylerini misafirliğe davet eder.

İşte, destandaki Hunlann hayatı, Attila’nın yiğitliği ve iyilikseverliğini an­latan ilginç olaylar dizisi bundan sonra başlar. Burgund kralının öncülüğün­de Hagen ile Günther Hunlar ülkesine doğru yola çıkarlar. Yanlarında da çok sayıda asker vardır. Destanda “Niebelungler Hunlara giderken” (Aventura XXV) başlıklı bölümden birkaç dizenin satır satır çevirisine bir göz atalım: Falcı söyledi:

“Sözüme inanınız, güveniniz.
Yabancı ülkede size hiçbir kötülük olmayacak. Korkmadan yolculuğa çıkınız.
Etzel (Attila) sizlere daha önce hiçkimsenin göstermediği saygıyı gösterecek (128, 48).

Hunlar! Benim dostluk tavsiyelerimi dinlesinler: Sizler Burgunlular gibi yalan dolan bilmezsiniz. Yabancıları salondan dışarı çıkarmayınız, Yoksa yine birçok akrabalarınızdan ayrılacaksınız (128, 55).

Gerçekten de salonda bulunanları aldatarak dışarı çıkan Kriemhild’in ağabeyleri kendi kızkardeşlerini ve Attila’nın akrabalarını öldürdü.

İşte bu acıklı olaydan sonra çok öfkelenen Attila kalabalık bir ordu toplaya­rak düşmana karşı sefere çıktı. Destanda Attila’nın eşsiz seferleri anlatılmaktadır.

Hunlar sözlerine sadık ve ölseler bile yeminlerini bozmayan kimse­ler olarak tüm Avrupa’yı kendilerine hayran bırakmışlardır. Gerçekten de, Attila tüm Batı Avrupa’ya boyun eğdirip kendi ülkesinin başkentini Macaristan’a taşıdığı sırada bile Bizans’a dokunmadı. Ancak bu anlaşmayı önce Bizans’ın kendisi bozdu. Onlar Hun İmparatorluğu’nu içten çökertmek amacıyla çeşitli gizli faaliyetlere girişti. Roma yöneticileri Attila’ya küsen Hun asilzadelerini, görevinden azledilmiş eski komutanları ve yoksullaş­maya başlamış şehzadeleri gizlice yemeğe davet ettiler ve “Eğer Attila’ya karşı çıkarsanız, biz de sizlerin ülke yönetimini ele geçirmenize yardımcı olacağız” diyerek kışkırttılar. Yine de tek bir Hun bile ülkesine ihanet etme­di. Hatta Roma’da duydukları sözleri doğrudan Attila’ya ilettiler.

En ilginç olanı, bu meselenin Roma Senatosu’nda da ele alınmış olma­sıdır. Senato’nun kararı uyarınca, Bizans kendisinin eski düşmanları olan Kelt, Got, Vandal ve Burgund kavimleriyle gizli ittifak yaparak 200 bin as­kerle iyi silahlanmış güçlü bir ordu meydana getirdi. Attila’nın ise sadece 100 bin askerden oluşan bir ordusu mevcuttu. Savaşmak üzere iki ordu ge­niş bir ovada karşılaştılar.

İşte, Attila destanında esasen bu tarihi savaş tasvir edilmektedir. Roma Ordusu’nu bir zamanlar ismi meşhur olmuş, ünlü komutan Aetius yönetiyordu. Savaş meydanında Hun Ordusu’na Attila’nın kendisi komuta ediyordu. Destan­da iki ordunun birbirine yaklaşmakta olduğu korkunç anlar betimlenir. Sayılama­yacak kadar çok askerin atının çıkardığı gürültülerden yer yüzü titriyor gibidir. O dönemdeki savaş geleneklerine uygun olarak, iki taraf aralarında ok atımı kadar bir mesafe kalınca durdular. Çünkü, ortaya iki tarafın askeri komutanlarının çıka­rak teke tek güç denemesi yapması şarttı. Akboz ata binmiş ve elindeki uzun sap­lı Gök bayrağı yanındaki yardımcısına veren Attila hiç beklemeden hemen orta­ya çıktı ve rakibini beklemek üzere kirpiklerini bile kırpmadan heykel gibi durdu. Ancak, karşı taraftan savaş meydanına hiç kimse çıkmadı. Güzel bir at üstündeki Roma Ordusu’nun Komutanı Aetius bayrağı elinde öylece hareketsiz duruyordu.

Bir süre sonra Attila gök gürlemesi gibi güçlü bir sesle haykırdı:

-Hey, Aetius! Çık bu tarafa! Roma’yı mahçup etme!

Ancak Aetius kıpırdamadı. Gözlerini Attila’ya dikmiş bir halde duru­yordu. Bir an boynunu çevirmeden, at üstünde dik bir vaziyette durduğu halde kendi dilinde bir şeyler söyledi. İşte bu anda, üstüne tamamen demir zırh giymiş, elinde uzun mızrağı olan siyah atlı bir savaşçı Attila’ya doğru ok gibi atıldı. Attila anında onu atın üzerinde vurarak düşürdü. Bunu gören 200 bin Roma askeri Attila’ya karşı harekete geçti. Demir silahların şakır­tıları, insanların korkunç canhıraş feryatları gün boyunca bir an bile kesil­medi. Ancak güneş batıp karanlık çökünce, iki tarafın ordusu kendi cephe­lerine doğru geri çekildi ve geçici olarak savaşı durdular. Savaş meydanın­da kan su gibi aktı ve insan cesetleri dağ gibi yığıldı.

Ertesi sabah güneşin doğuşuyla savaşın tekrar başlaması gerekiyordu. Ancak Roma Ordusu yerinde yoktu; Gece kaçmışlardı. Bunu fark eden Attila ordusunun başında Roma’ya doğru yola çıktı. Attila’nın ordusu Ro­ma şehir kapılarına yaklaştığı sırada önlerine Roma Papası’nın başkanlı­ğında bir grup din adamı çıktı. Bunlar Roma Senatosu’nun kararını teslim ettiler. Roma Senatosu kararında: “Attila’ya tamamen tabi oluyoruz, söy­lediklerini yapacağız, hazinedeki tüm zenginlikleri vereceğiz, sadece kut­sal şehir Roma’yı yakıp yıkmasın” diyordu. Bu dileği Attila kabul etti. An­cak kapıları açılan şehire Attila girmedi. Hiçbir şey almadı. Attila’nın li­derlik ettiği kalabalık ordu Roma şehir kapılarının yanından sessizce ge­çerek batıya doğru yöneldi.

Attila destanı bu olayla bitiyor. Ancak tarihi bilgilere göre, Attila Ordusu’nun çekilip gitmesiyle birlikte, Cermen kavimleri (Gotlar, Keltler ve Burgundlar) Roma’yı işgal ettiler ve birkaç gün boyu şehri yağmaladı­lar. Ülke yöneticileri, bilim adamları, askeri komutanlar ve başka dindeki insanları şehir meydanında toplayıp yaktılar. Sonunda Roma İmparatorlu­ğu bu şekilde çöktü.

Efsaneye göre, Tuna Nehri kıyısına yapılan bir sefer sırasında Attila İl- diko isimli çok güzel bir kızla evlendi. Attila’nın birçok çocukları vardı. Onlar Ellak, Dengizik, Emnazar, Uzıntura, Öte Eskalma ve İrnek idi. El- lak zamanında ismi halk arasında meşhur bir komutan olmuştu. O İdil ve Yayık’tan itibaren Dnestr Nehri’ne kadar geniş bir bölgeyi yönetti.

Attila’nın oğulları, babaları 454’de öldükten sonra Hun İmparatorluğu’nu yönettiler. Çok ilginçtir ki, Hunlar ele geçirdikleri topraklarda kalmadılar. Attila öldükten üç asır kadar bir vakit geçtikten sonra, kendilerinin eski yurtlarına, yani Kıpçak bozkırları, Yedisu toprakları, Şu ve Sirderya boyla­rı, Turfan ve Beşbalık’a geri döndüler. Cesur Hunlar tekrar İdil’den itiba­ren Orhun nehri, Altay, Sayan dağlarına kadar olan bölgeleri, Kıpçak Boz­kırlarını tamamen kontrolleri altına aldılar. Çin Ordusu’nu Çin Seddi’ne kadar püskürttüler.

Bu sırada geleceğin ulu Türk devletinin temelleri yavaş yavaş atılmak­taydı. Aradan iki asır kadar bir zaman geçtikten sonra, kesin bir tarih ver­mek gerekirse, VI. yüzyılda Türk Kaganatı (Göktürkler – Ç. N.) (552 – 745) tarih sahnesine çıktı. Türk halklarının resmi tarihi bu dönemden iti­baren başlar.

Attila hakkında çok güzel efsane ve hikâyeler vardır. Tam şimdi bura­da yeri gelmişken onlardan birinden bahsedelim. Attila çok kudretli Roma İmparatorluğu’nu kendine tabi kıldığı gün kendi ordusuna hitaben: “Bana yani, tüm Türk halkına artık karşı durabilecek hiç kimse yoktur, bu yüzden ben artık savaşmayacağım”, – diyerek altındaki Altınyele ismindeki atını serbest bıraktı. Altınyele kanatlanarak gökyüzüne doğru uçtu. İhtiyaç duy­duğunda sahibine geri geliyordu. Elbette halk inancında kahramanın sev­diği atından ayrılması ve serbest bırakması iyi karşılanmaz.

Bundan dolayı İdil Bahadır’ın ölümünden sonra kurduğu imparator­luğun yıkılması halkın bu inancını doğrulamaktadır. Gökyüzünde dola­şan Altınyele bazen ortaya çıkıyordu. Özellikle İdil’in nesillerini yuka­rıda gezerek kontrol ediyordu. İdil gibi bir bahadır tekrar doğacak olur­sa, tekrar dünyaya dönecekmiş gibiydi. Elbette tarihi gerçeklere bakar­sak, İdil’in nesilleri Avrupa topraklarında üç asır kadar hükümranlık et­mişlerdi. İdil, yani Attila nesillerinin yıldızlarının parladığı dönem Ba­yan Han zamanı idi. Ancak İdil’in küheylanı Altınyele’yi halk “Kuy­ruklu Yıldız’a” benzeterek şiirler yazmıştır. Bu yüzden “kuyruklu yıl­dız düşerse, kıyamet kopar” şeklindeki inancın bu Altınyele efsanesi ile ilgili olduğu söylenebilir.

Attila destanının konusundan şu durumu görmek zor değildir. Bura­da tüm olaylar başkahraman Attila’nın çevresinde gelişir. Başkahrama- nın akrabaları, arkadaşları, onların kendi aralarındaki ilişkileri, sevinçle­ri, üzüntüleri ve düşman kimselerin faaliyetleri destanda etraflıca anlatılır. Bu şekilde olayların başkahraman etrafında gelişmesi, yani olayları kro­nolojik sırasıyla şiir diliyle anlatma metodu Kazakların kahramanlık des­tanlarında da geniş bir biçimde kullanılır. Buna Er Targın ve Koblandı Ba- tur destanlarının kompozisyonel yapısı kanıt olabilir.

Elbette Kazakların kahramanlık destanlarının tarihi temelleri vardır. At­tila destanı ise yaşamış gerçek tarihi bir şahsiyeti anlatmaya hasredilmiştir. Buna rağmen burada tarihi bilgilerle birlikte Attila hakkındaki çeşitli efsa­ne ve hikâyelere de rastlanmaktadır.

Sonuçta Attila destanı Türk halklarının eski ataları sayılan Hun kabile­lerinin Avrupa’da yaşadıkları dönemdeki hayatlarını tasvir eden bir kahra­manlık şiiridir.

Türk halkları edebiyatının tarihini araştıran bilim adamı F. Köprülü: “Slav, Fin, Fransız ve Alman edebiyatına kahramanlık şiiri, yani destan geleneği Attila destanı aracılığıyla geldi” demektedir (240, 23).

İskandinavya halklarının kahramanlık destanlarında Attila’nın ko­numunun çok özel olduğunu söyleyebiliriz Eski İspanyol halklarının kahramanlık destanlarından birisi Edda destanıdır. Hacim bakımından çok büyük olan bu Edda destanında “Atli (Attila)” isimli bir bölüm vardır. Bu destan üzerinde bir zamanlar Kazakistan İlimler Akademe- si üyesi Alkey Margulan araştırmalar yapmış ve bu konudaki fikirle­rini yazmıştır. Margulan Alman destanındaki Attila figürünü Manas ve Kazak bahadırları ile karşılaştırır. Edda destanında Kazak ve Kır­gız halklarının eski örf-adet, gelenek ve dini inancı hakkında ipuçla­rı veren sahnelerin olduğunu söylemektedir. Margulan Hunların lideri Attila’nın yaşadığı çevreyi çok büyük bir isabetle anlatmaktadır: “Bir zamanlar (IV. yüzyıl) böyle ilginç efsaneleri, muhteşem kahramanlık destanlarını Hunlar Avrupa ülkelerine yaydı ve bunun güçlü etkisiyle “Büyük Edda” gibi dünya edebiyatına miras olarak hem ilginç, hem güzel ve hem de muhteşem bir destanın dünyaya gelmesine katkı yap­tı. Büyük Edda destanı yapısı ve sosyal içeriği bakımından Manas des­tanı ile çok benzeşmektedir. Onun başkahramanları Manas gibi Or­ta Asya’da doğup, at besleyen, kımız içen, güzel atlar yetiştiren hep­si sıradan beyzade kişilerdir. Burada ilk olarak göze çarpan Büyük Edda’nın yiğitliğinin Manas destanında olduğu gibi on iki yaşından itibaren başlamasıdır. Bu iki destanın etnografik benzerliğiyle birlik­te, onlardaki destansı figürler de birçok yerde birbirine çok yakın gel­mektedir. Bunlar çok eski devirlerde ortaya çıkmış ve belirli bir gele­neğe dönüşmüş sanatsal figürlerdir. Mesela, çınar, simurg, tazı ve ka­natlı at vb. Bazı Avrupalı bilim adamları bu figürleri sadece konargö- çer halklara mahsus destansı figürler olarak izah etmektedirler.

Manas’ın Büyük Edda ile çok büyük benzerlik arz eden bir noktası, destandaki İdil’e zehir vererek öldürme vakasının gelişimi Manas’a çok benzemektedir. Ölümünün arifesinde bu kahramanların her ikisi de kötü rüya görerek korkarlar. İdil’e geçmekte olan hayatın elinden uçan bir simurg olarak görünmesi veya bahçeye ektiği ağaçların dal­larının kırılması ve köklerinden koparak düşmesi rüyadaki olaylar­dandır. Bu destanın muhtevası Aksak Kulan hikâyesindeki “çınar kö­künden devrildi, kim kaldıracak ya Hanım” denilen içeriğe çok ben­zemektedir.

Bu iki destanda da birbirine benzeyen bir başka gelenek, ülkelerin bir­birleriyle dostluk kurduklarında yaptıkları yemin şeklidir. Onların and iç­melerinde eski dönemlerdeki göğe, sema, yer ve suya tapınmanın etkisi çok güçlüdür. Büyük Edda’nın askerleri dostluğun sağlam olması için doğmak­ta olan güneşe bakarak ant içerler. Manas ile Almambet dost olduklarında, bu dostluğumuz bozulacak olursa: “Yüzeyi dikenli toprak çarpsın, tepesi açık güneş çarpsın” diye ant içelerler, fakat son zamanlardaki gibi “Allah çarpsın”, “Kur ‘an çarpsın” diye Allah’ın adı anılmaz, Kuran’ı ellerine almazlar. İki destandaki askerlerin yeminlerindeki kutsallar sadece “Gök, Sema ve Güneş ” olarak ifade edilmektedir. Bunların hepsi İslam’dan çok önceleri meydana gelmiş eski devirlerdeki düşünce ve bilincin yansıma­ları olduğu görülmektedir. Kazak ve Kırgızlardaki bu eski inanç şekli son dönemlere kadar unutulmamıştır. Bunu “Kök atsın”[Gök çarpsın], “Ant atsın”[Ant çarpsın], “Kök sokkan” [Gök çarpmış], “Ant sokkan” [Ant çarpmış] gibi kavramlar açıkça göstermektedir” (77, 92-94).

Kazakların şiir söyleme geleneklerinde geçmişteki batur atalarının ervahına sığınma, onların ruhlarından güç, gayret, kuvvet ve destek arama geleneği açıkça görülmektedir. Bu hususta eski devirlerdeki ata­larımızın başını göklere çıkaran İdil Bahadır’ın kahramanlıkları hak­kındaki övücü destanlar özellikle dikkati çekmektedir. Eskiden herhan­gi bir bahadırın yiğitliğini manzum dilde anlatmak için önce “Batıdaki birçok halkı bir sopayla sürdü, karşı gelen düşmanlarını tamamen bo­yun eğdirdi’ şeklinde ifadeler kullanılırdı. İdil Bahadır’ı göklere çıka­ran methiye geleneği mevcuttu. Mesela, Sabır Jırav isimli Kazak oza­nı Kazak baturları hakkındaki uzun bir şiirinde aşağıdaki gibi bir giriş yapmaktadır:

Atamız batur İdil idi,
İdil kimden yenildi?
Boyun eğdirmiş kendisine
Ta aşağı taraflardaki tüm halkı.
Karşı çıkan bir batur,
Peş peşine yenildi.
Sıradaki gün gelince,
Bu beş günlük dünyadan,
Oğuz Kağan da geçip gitti (86, 139).

Böyle durumlarda, genelde hatırlarda kalmamış eski zamanda yaşamış tüm Kazak bahadırlarının ilk atası sayılan İdil bahadır (Attila) sıklıkla di­le getirilir. Mesela, Bahadırların Sonu İsatay diye başlayan uzun ağıtta şu dizelere rastlıyoruz:

.. .Çok eski zamanların birçok halkını, Tamamıyla itaat altına alan. Batıdaki birçok ülkeyi, Bir sopayla süren Kalabalık Türk birçok halkını, Dünyada hâkim kılacağım diye Bu zalim yalan dünyadan İdil Bahadır geçip gitti (86, 137).

Kazak edebiyatındaki bunun gibi İdil Bahadır figürünü birçok şair ve ozanların dizelerinde açıkça görmek mümkündür.

Almanların kahramanlık destanlarındaki İdil (Etzel) figürü özellikle dikkat çekicidir. Burada İdil figürü diğer kahramanların hepsinden daha yüksek olarak görünür. Almanların İdil, yani Attila figürünün yer aldığı kahramanlık destanları şunlardır: Niebelungen, Raven Savaşı, Bernli Dietrich, Siegfried Destanı, Hildebrand Destanı vb.

İskandinav halklarının kahramanlık destanlarında da Attila figürü çoklukla yer alır. Buna delil olarak İspanyolların Edda Destanı, Volsunga Hakkında Sa- ga, Norveçlilerin kahramanlık destanlarındaki Tidrek Hakkındaki Saga’yı gös­terebiliriz.

Attila figürü Rus edebiyatında da yer almaktadır. Mesela, Rus yazarı Yevgeniy Zamyatin Attila isimli bir piyes ve Tanrı ‘nın Kırbacı isimli uzun bir roman yazdı.

Attila hakkında ilk dram eserini kaleme alan İspanyol oyun yaza­rı Cristobal Virues (1550-1609) idi. Onun Gazapkar Attila isimli trajedisi İspanya’da XVI. yüzyılda sahnelenmişti.

Ayrı ca İngiliz, Alman, Fransız, İspanyol ve İtalyanların musiki, bale, resim sanatlarındaki Attila figürü içerik bakımından da, sanat bakımından da oldukça tatminkâr bir figür olarak görülmektedir.

Avrupa ülkelerinde Hunların ulu lideri, imparatoru, yetenekli komutanı Attila’nın hayatını resmeden bazı sanat eserleri, müzikal yapımlar ve bilimsel eserler yazıldı. Mesela, Fransız dramaturg Pierre Corneille (1606-1684) Attila isimli trajik piyes yazdı. Alman dramaturg Zacharias Werner (1768-1823) Attila isimli romantik trajedisini sahneledi. Tanınmış İtalyan bestecisi Giuseppe Verdi (1813-1901) ünlü Attila operasını 1846’da sahneye koydu. Bu operada bestekâr Attila’nın muazzam bir figürünü ortaya koydu. Attila operasında özgürlük yo­lundaki mücadeleler konu edilmektedir. Operada Attila tüm İtalya halkını asırlar boyunca süren Roma’nın köleliğinden kurtarıcı kahraman olarak görünmekte­dir. Genel olarak operada Attila dünyadaki köleliğin zincirlerini kıran olağanüstü güç, Tanrı’nın Kırbacı olarak gösterilmektedir. Fransız tarihçisi Amedee Thierry Attila ve Haleflerinin Tarihi isimli iki ciltlik kitap yazdı. Hunlar tarihine atfedilen bu eser 1856’da Paris’te yayınlandı. Dünyaca ünlü ressam Raffaello Santi (1483­1527) meşhur eseri olan Aziz Leo ile Attila’nın Karşılaşması isimli resmini yaptı.

Bu eserlerin hepsi Attila destanının bize ulaşan parçalarının temelinde yapıldığına şüphe yoktur. Attila destanını eski devirdeki Kıpçak bozkırla­rının örf-adet, hayat tarzı, şiir ve destanlarını Avrupa ülkelerine tanıtan ilk sanatsal eser olarak görmemiz gerekir.

Attila destanının konusundan ilham alarak IX. yüzyılda hayata tekrar gelen ve halen Alman halkının kahramanlık destanı olarak değerlendiri­len eski kültür miraslarından biri olan “Güçlü Elli Waltharius” [Waltharius manu fortis] veya kısaca Waltharius olarak isimlendirilir. Bu destanda es­ki Cermen kavimleri ile Avrupa Hunlarının arasındaki çok çeşitli ilişkiler tasvir edilir. Cermenler Attila’nın kendi milli kahramanları olarak göster­meye oldukça gayret sarf etmişlerdir. Bu hususu araştıran Murad Adji so­nuçta şu kanaate gelir: “İlk olarak onu hakkıyla dile getiren Almanlar oldu. Seçkin eserlerinin bir karakteri olarak Kıpçakların Kralı Attila’yı milli bir kahraman yaptılar. Hatta dağlarını onu ismiyle adlandırarak ‘Attila’nın Alpı’ dediler.

Bu çok önemlidir! Bir düşünün Keltlerin torunları, o Keltler ki acıma­sızca Attila’ya saldırmışlardı, onu bir milli kahraman olarak görüyorlar.

Atli, Etzel – bu ismi Cermen-İskandinav destan ve sagalarında Kıpçak komutan alıyor” (98, 134-135).

Waltharius destanı Hunların ülkesini ve Attila’yı okuyucu ya tanıtarak başlar:

Biz onları genel olarak “Hunlar” diye isimlendiriyoruz,
Bu halk savaş meydanlarındaki yiğitlikleriyle ünlüdür.
Onlar sadece yakın komşu ülkelere değil,
Hayır, onlar hatta okyanusa kadar tüm ülkelere hükümranlık eder,
Birçok (halklarla) barışçıl birlikler kurdu, boyun eğme yeni cezalandırır.
Onlar böylece bin seneden fazladır hükmetmektedirler, Kadim zamanlarda onları Kral Attila yönetmiş, O zaferlerine zafer katmaya heveslidir (127, 22).

Attila Ordusu’ndan yenilgiye uğrayan Frank, Burgund ve Akvitan kral­lıkları ona hazineleri ve çocuklarını rehine verdiler. Attila rehine alınan bu erkek ve kız çocuklarını Hunların askerlik sanatı, örf adetleri ve gelenekle­ri üzerine eğitti. Mesela, Burgund kralı Attila’ya öz kızı Hildegund’u, Ak- vitaniya kralı öz oğlu Walther’i, Bahadır Franko Kralı Prens Hagen’i eği­tim için verdi. Attila’nın eğittiği erkek çocuklar askeri komutanlar olarak çıktı, kızları ise Attila’nın hanımı doğrudan kendi eğitimine aldı. Attila ne kadar iyi davrandıysa da, Walther ile Hildegund Hunlar ülkesinden kaçıp gittiler. Çünkü, onlar Hunlar ülkesinde olmayı esaret olarak gördüler. Walt- harius destanının kahramanlarından biri Walther’in kendi ülkesine dönü­şünü görerek:

Sevinin, hepiniz de, bu güzel habere
Dostum benim kurtuldu Hunlara esir olmaktan, – diyerek bağırdı (127, 25).

Bundan sonra destanda Cermen kavimleri arasındaki şiddetli çarpışma­lar, çekişmeler ve tartışmalar anlatılır. Destanın tamamında Attila’nın yi­ğitliği, hoşgörüsü, kin tutmaması hissedilmektedir. Attila destanının konu­sunu manzum olarak tekrarlayan Waltharius destanı okuyucuyu yiğitliğe, birlik-beraberliğe ve iyiliğe davet ederek sona erer.

Attila ismi dünya tarihindeki Büyük İskender ve Julius Sezar gibi bü­yük şahsiyetlerin arasında yer aldı (251, 74).

(Prof. Dr. Nemat Kelimbetov’un Türk Halklarının Ortak Edebi Eserleri isimli kitabından alınmıştır.)